Yazar Rumuzu: Nasuh Beyoğlu0000
Eser Sıra Numarası: 23022024eser06
LİSE YILLARIM
Lise hayatım aldığım en yanlış, en saçma ve en gerçeklikten
uzak kararların olduğu, kimi zaman gözyaşlarımı tutamadığım yıllar oldu. Bu dönemde,
ergenliğe girdiğimi kabullenmek güç olsa da yaşıtlarımdan farklı düşünüyordum.
Olgun ve ağırbaşlı bir yapım olduğu sıkça dile getirilirdi. Kimilerine göre
tercihlerim yaşlı zevklerini andırıyordu, kimilerine göre tam da olması gerektiği
gibiydi her şey. Benim hayattaki amacım yazmak, okumak ve bunları büyük kitlelere
ulaştırmaya gayret göstermek oldu. İleride adı duyulmuş bir yazar olmayı ve
yazma işinin tarihin tozlu sayfalarına karışmamasını, nesiller boyunca canlı
kalmasını, ülkede okumaya olan bakış açısını az da olsa değiştirebilmeyi hayal ediyorum.
Lise gözlemlerime başlamadan önce Attilâ İlhan’ın şu manidar dizelerini unutmayalım: “uykularımı uyusan nasıl korkarsın / hiçbir dakikamı yaşayamazsın.” Siz benim yaşadıklarımı gayet tabii bilemezsiniz. Ancak zihnime yerleşmiş ve tedirgin edici hislerin bende uyandırdıklarından kurtulmak için neleri kaybettiğimden bahsetmeden geçemeyeceğim. Öncelikle lise bir colosseum gibidir. Kazananlar ve kaybedenlerin, sonunda herkesin tek olduğunu anladığı bir yer. Bu colosseumda üstünde mücevher olan ve mor tüller altında olayları izleyenler, olayları yaratanlar, olaylara tanık olanlar, aradan sıyrılmayı başaranlar, hisleri ve zihni kamçılayanlar, savaşçılar ve savaş meydanında hislerini kaybedenler yani ölenler vardır. Ben henüz kazanan mıyım, ölen mi bilemiyorum. Sonuçta henüz lise serüvenim bitmedi. Bu savaş alanında bizi kamçılayanlar her daim öğretmenlerimiz oldu. Bu kötü anlaşılmasın, zihinleri kamçılamak zihnin durgunluğuna son verir, ilerlemesini ve güçlenmesini sağlar. Beni kamçılayanların hepsi birbirinden değerli ve ülkeye örnek teşkil edecek kadar kaliteli ve düzgünlerdi. Onlarla ilişkim “mesafe samimiyet getirir” cümlesiyle uyuşuyor aslında. Mesafe, aslında gelecekteki yaşantımızı en çok etkileyen kavramdır. Gerek iş hayatında gerek günlük hayatımda tanışacağım insanlara nasıl davranmam gerektiğini, onların sınırlarını neden zorlamamam gerektiğini anlamama yardımcı oldu. Mesafe, arkadaşlık ilişkilerinin de yapı taşıdır aslında. Bunu biraz açacak olursam şöyle izah edebilirim: Biz nerede duracağımızı bilirsek saygı o denli artar. Saygı, özellikle lise yıllarında her çocuğun en çok ihtiyacı olan şeydir. Ne kadar örnek bir öğrenci olduğumuz saygınlığı belirlemez. Eğer karakterimiz oturmuşsa insanların sınırlarına ne kadar saygılıysak o kadar karşılık görürüz Tabi İncil’deki Leviathanlar gibi insanlar da çıkabilir karşımıza. Hayatı, diğer insanları üzmekten ibaret olan bu fıtrattaki insanlara ne kadar hoşgörüyle yaklaşırsak yaklaşalım asla ruhlarındaki, benliklerindeki iyilik kırıntılarına erişemeyiz. Çünkü bu insanlar colosseumdaki olay yaratanlardır. Hayatlarında bir gaye bulunmadığından başkaları üstünden kendilerini önemli hissetmeye muhtaçtırlar, aslında kamçılayanlar tarafından hep ulaşılmaya çalışılır ama her ne hikmetse maskeleri bir türlü düşürülemez. Bu kişiler kendilerini âdeta Kafdağı’nda görürler. Birçok kişiden bahsetmişken en önemli hususlardan birine daha değinmek isterim. Sınıfsal ve ekonomik farklılıkların getirisi. Ne üzücüdür ki lise döneminde toplumsal sınıf ayrımının yapıldığına tanık oldum. Bu sınıfsal ayrım konusunu en fazla lisede hissettim. Gruplaşmalar, dışlamalar ve yok saymalar… Bunların hepsi büyüme çağında daha oturmamış benliğe çok derin hançer izleri açmayı başaran ve zamansız bir kötülük tohumudur. Yok sayılan birçok kişiyle tanışma fırsatı buldum. Bunlar colosseumun sinenleri yani duygularını o arenada iki darbede kaybetmiş kişilerdir. Bu karaktere sahip olanlar aslında engin bir huzura sahip, daha çok okumaya yatkın ve içine kapanıklığının tek sebebi olmayan kalıplaşmış sınıf ayrımı düşüncesidir. Bu sınıf ayrımı düşüncesi sadece maddiyatla sınırlı değildir. Günlük hayatta abesle iştigal olanlar okulda da aramızda dolaşıyorlar. Okulda basmakalıp düşünceler yani hep aynı tip kızlar, erkekler ortamlardan dışlanıyor. Kendi okulumda çok sık olmamasıyla beraber bu olayları gözlemliyorum. Burada coğrafyanın etkisini az da olsa görmüş oluyoruz. Daha büyük şehirlerde kalıplaşmalar fazlayken benim gibi sahil beldesinde yaşayan biri, böyle ayrıştırıcı fikirlerden uzakta, gerçek arkadaşlıklar kurabilir. Kendimi bu konuda hep şanslı görmüşümdür. Kendi çevremde görmek istediğim insanların ne kadar nitelikli olması gerektiğini idrak etmiş oldum. Ben hiçbir zaman çevresi çok kalabalık biri olmadım. Aslında bunun sebebi, aza tamah etmek olsa gerek. Lisenin başında “Corona” denen bir virüsün etkisiyle evlere tıkıldıktan sonra, beden büyümüş olsa da ruhlardaki çocuğun ölmediğini, bu yüzden de lise gibi bir ortamda çocuksu davranışların fazlasıyla sergilendiğini gördüm. Bundan dolayı, arkadaşlıklar da sağlam temellere dayandırılamamış ve devamlılığı sağlanamamıştır. Bir diğer önemli husus da öğrenciler için gerekli olup öğrenciler tarafından komedi malzemesi olarak görülen sosyal etkinlikler. Z kuşağının kendisini rezil etme korkusu, sosyalleşmeyi sağlayan etkinliklere katılımın azalmasına sebep oldu. Tiyatro, sahne sanatları gibi diğer birçok sosyal sanat alanları çocukların kendilerini rezil etme korkusundan dolayı boş kalıyor. Katılanlar ise kendilerini mutlu ederken onları rahat koltuklardan izleyenler, sanki çok bilgi sahibiymiş gibi eleştiriyor ve onların kara tahta olduğu düşüncesine kapılıp kendi aralarında gülüşebiliyorlar. Bunun neticesinde sahneye çıkan çocuğun psikolojisini düşünmemeleri, gündelik hayatta da kendilerini üstün görmelerine sebep oluyor. Oysa sahneye çıkmak toplum önünde kendini ifade etme, özgüvenli olma ve özgürce düşünceleri ifade etme fırsatıdır.
Okul bir yuva olabilir ama her saniye mutluluk garantisi
yoktur. Bazen insanlar arası anlaşmazlıklar incir çekirdeğini doldurmayacak sebeplerden ortaya
çıkabilir. Okul bizi geleceğe hazırlarken aynı zamanda iş hayatımızda
yaşayacağımız olaylar ve duygulara da temkinli davranmamız gerektiği konusunda
bize örnek teşkil eder. Zamanımızın çoğunu geçirdiğimiz okul, bilgi dağarcığımızı
geliştirmemizi, kendimize güvenmemizi, hayata olan bakış açımızı değiştiren yerdir.
Şahsen, okulda öğrenmemiz gereken en önemli dersin “inkılap”
olduğunu düşünüyorum. Atatürk'ün inkılapları, kişinin bakış açısını, refah
seviyesi yüksek bir devlet anlayışını ve hayatın aynı hatalarla tekerrür etmeyeceğini
anlatan çok önemli bir derstir. Bunlarla hayata dair önceden bir bakış açısı
kazanırız. Derslerde disiplinli olabilme, iş ve özel yaşantımızda ne kadar istikrarlı
olabileceğimizin bir göstergesidir.
Kendi okulumda ne zorbalığa uğradım ne de başkalarının
uğradığını gördüm. Ancak küçük çaplı dahi olsa insanların bazen diğerlerini
aşağıladıklarına şahit oldum. Bunun üç sonucu doğuyor: Önemsemeyenler, hassas davranıp
kafasına takanlar ve en kötü durumu düşünüp intiharı tercih edenler. Attilâ İlhan'ın
dediği gibi “Hiç doğmamayı isterdim ama bir kere doğmuşum ölmek yasak.” Bu söz
benim için çok kıymetli. Yaşama sevincimizi kimsenin elimizden alamayacağını
ben yine okul sıralarında anladım. Mücadeleci ve güçlü biri olmak için okul
yıllarımızda, sosyal hayatımızda zorluklara göğüs germeliyiz. Hayata bir kere
geliyoruz, zorluklar olacak elbette, ama zorluk olmadan yarış olmadan savaş
olmadan yaşadım diyemeyiz. Biz gençler hayat yarışının ilk turuna okullarda, özellikle
de lisede başlıyoruz. Bu yarış, hayattan haz almamıza ve gerekli olan bütün
fikir, ahlak ve özgürlüğü öğrenmemize olanak tanıyor. Bunlar sadece tahsille
mümkündür. Bu konuda kendimi şanslı görenlerdenim. Nitelikli bir okulda, sevecen
ve bilgili öğretmenlerden eğitim alıyorum
Belki de hayatımın doruk noktasında olduğum, hayallerimin en
cazip, en akıl çelen olduğu bu dönemde ben hayallerimi gerçekleştirmek yerine, evimde
loş ışığın altında test kitaplarının sayfalarında kendimi kaybediyorum. Dört
yıllık lise hayatımda öğrendiğim en çarpıcı ve en üzücü gerçek, yıl sonunda
karşıma çıkacak olan sınavın benim ilerideki üniversite hayatımı etkileyecek
olmasıdır. Her daim gelişimimin devam etmesini umduğum hayatta, aslında bu
sınav bir engel teşkil etmektedir. Bunun en çarpıcı örneği, sınav stresi yüzünden
felsefe gibi önem arz eden bir dersin hakkını veremeyişimizdir. Kendimden örnek
verecek olursam, yazmayı hayal ettiğim beş esere şu an kilit vurarak haziranın terleten
sıcağını bekliyorum. Sonuç olarak bu yıl hayatımda ne hayallere ne de arzulara
yer var. Bir gün gelip biri bana “Lise hayatında mutlu muydun?” diye sorarsa onlara
tek bir cevap verebilirim: “Okul yıllarım, bana derin dostluklar, hayatı tanımam,
unutamayacağım öğretmenlerle tanışmam ve geleceğe hazırlanmam konusunda önemli
bir yere sahiptir.” derim. Dimağları açık yeni nesilden tek bir isteğim var: Okula
bakış açılarını değiştirmeleri, okulda yaşayacakları her dakikanın onların
geleceğine katkı sağlayacağını unutmamalarıdır. Lise yıllarımın sonuna yaklaştığım
bu dönemde yaşadığım deneyimlerin çok değerli olduğunun daha çok farkına
vardım. Dilerim ki gelecek nesillerin benim yaşadığım gibi mutlu ve hatırladıkça
yüzünde tebessüm oluşturacak bir eğitim hayatı olur.